Kendinizi tanıtır mısınız? Şair Mehmet Gözükara kimdir?
02 Şubat 1962’de Elbistan’ın Eldelek köyünde doğdu. Kahramanmaraş Teknik Lisesi’nden mezun oldu. Evli ve iki çocuk babasıdır. Yazı ve şiirleri Sızıntı, Kardeş Kalemler, Kırk Başak, Aşkın (e) Hali, Alkış, Güneysu, Berceste, Şardağı, Hece Taşları, Yosun ve Yaprak dergilerinde yayımlandı. Avrasya Yazarlar Birliği üyesidir.
Doğduğun günden bugüne özetlersek Mehmet Gözükara’nın hayatında iz bırakan birkaç hatırasını anlatmasını istesek ne anlatır?
Nüfus kayıtlarına 02 Şubat 1962 diye geçen asıl doğum tarihim 22 Şubat 1963’tür. Elbistan’ın Eldelek köyünde 10 çocuklu bir ailenin beşinci çocuğu olarak dünyaya geldim. Babamın adı Muhittin, anneminki Güllü’dür. İlkokul dördüncü sınıfa kadar kendi köyüm olan Eldelek’te okudum, beşinci sınıfı-abimin öğretmen olarak çalıştığı ve Eldelek’e göre öğretim seviyesinin oldukça yüksek olduğunu düşündüğümüz– Küçük Yapalak’ta tamamladım. Kayıt yaptırdığım Elbistan Mustafa Kemal Ortaokuluna ancak bir yıl devam edebildim. Elbistan’da kiraladığımız öğrenci evinin masrafları aileme ağır yük getirdiğinden, Adana’da ikamet eden ablamın yanına giderek Adana Çukurova Ortaokuluna kaydoldum. Oturmakta olduğumuz Nedim Bey Mahallesine yakın olan Yeşilevler Ortaokuluna kayıt yaptıramadığımdan, 5-6 km uzaklığındaki okuluma çoğu zaman yaya gitmek zorunda kalmama rağmen, ikiden üçe geçtiğimde alabildiğine mutluydum. Orta 3’te, ağır bir hastalığa tutulan eniştemin vefatı dolayısıyla dünyam alt üst olmuş, en başarılı dersim olan matematikten dahi zar zor geçmiş ve siyasi farklılığımdan ötürü ingilizce ve sosyaldan ikmale kalmıştım. Bense şehrin ne karanlık gizeminden, ne de insanların çekilmek istendiği tuzaklardan haberdardım. Gayem aileme hayırlı bir evlat olmanın yanında, vatanına ve milletine faydalı bir birey olmaktı. Oysa ne kadar çok farklılığımızın olduğunu bu şehirde yetişen çocukları tanıdıktan sonra daha fazla idrak ettim. Sınıfta farklı görüş beyan ettiğim için teneffüste–babamın zar zor diktirdiği–takım elbisemin ceketini arkadan boydan boya jiletle keseceklerini nerden bilirdim! Başka elbisem olmadığından, terziye götürerek zigzag dikiş yaptırarak giymek zorunda kaldığım takıma hala üzülürüm. Namus uğruna ölmenin şehitlik olduğu inancıyla yetiştirilen ben… Nasıl olur da, ders veren sosyal bilgiler öğretmeninin “Çocuklar, namus üç yüz gr. etten ibaret değildir” şeklinde, hayâsızlığa kapı aralayan söz karşısında sessiz sakin bir duruş sergileyebilirdim. Hâlbuki ben, gurbette gözüne yaş dolması için yanık bir sazla bir kaval sesinin yettiği biriydim. Ne hile bilirdim, ne riya. Bu saf yanım hep ele verirdi beni. Henüz bir ortaokul çocuğu olmama rağmen, o gün, tuzak dolu sorulara düşündüğümü aşikâre söylememden ötürü hedef tahtasına konulmamı o an algılayamasam da, muhatap kaldığım muamelenin şifreleri 12 Eylül darbesiyle çözülecekti…
Şairliğinizin yanında bir de iş hayatınız var. Biraz da bunlardan bahseder misiniz?
Tabiî ki memnuniyetle… Teknik lise diplomamla başvurduğum –Afşin-Elbistan A Santralı’nın yapımını üstlenen– Foster Wheerler şirketinde işbaşı yaptım (19.02.1982). Hayatın omuzlarıma yüklediği mesuliyetten dolayı Açıköğretim Fakültesine kayıt yaptırmak suretiyle tecil ettirdiğim askerlik görevini yerine getirmek için 26.10.1987 tarihine kadar çalışmak durumunda kaldığım şirketle ilişiğimi keserek 07.03.1988’de asker oldum. Sülüsümde “Erzincan er eğitim” yazan adrese gittiğimde topçu-ateş idare bölüğüne ayırdılar. Buradaki eğitimimin ardından, askerlik görevimi Kırklareli/Lüleburgaz 1. Ordu 5. Kolordu 65. Tüm. Top. Alayı 2. Top. Tabur 3. Bataryada ateş idare onbaşısı olarak tamamladım. Benimle yakından ilgilenen batarya komutanı Kıd. Üst. Teğ. Tahir Canatan’ın bir gün, “Şairim diyorsun, bakalım ne kadar şairsin? Atatürk konulu bir şiir yarışması var. Bir şiir yaz da gönderelim” dedi. Bunun için yazdığım şiir değerlendirme kurulu tarafında ikinciliğe layık görüldü; tarafıma verilen başarı belgesinde, künyemin yazılı olduğu kısmın altında şu ifadelere yer verilmişti: “7 Kasım-13 Kasım 1988 tarihleri arasında yapılan Atatürk’ün 50. ölüm yıldönümü nedeniyle düzenlenen şiir yarışmasında 2. olduğunuzdan dolayı sizi kutlar, benzer çalışmalarınızın devamı inancı ile sağlık ve başarılar dilerim. İmza M. Behçet Özgil, Tümgeneral, Tümen Komutanı.” Hiç unutmuyorum; 10 Kasım Atatürk’ü anma programı için merasim alanında yapılan toplantıda, alay komutanının, günün önemini belirten konuşmasının arkasından, kürsüye davet edilerek, yarışmada dereceye giren şiirimi okumam istendi. İyi hazırlanmış ses düzeni eşliğinde “Atatürk Türklüğün var oluşunun / Kükreyen sesinin çıkışıdır ha. / Atatürk Türklüğün son doğuşunun / Esaret bendini yıkışıdır ha…” şeklinde devam eden şiirimi Davudi bir sesle okuyup kürsüden indim. Koşar adım yerime giderken batarya komutanımın beni karşılaması ve elimi sıkarak tebrik etmesi bugün gibi hatırımdadır. Askerlik dönüşü, Afşin-Elbistan A-Termik Santrali’nde açılan imtihanı kazanarak 26.10.1989 tarihinde tekrar işbaşı yaptım. Bugün itibariyle söyleyecek olursak, adı geçen işyerinden 15.08.2015 tarihinde kendi isteğimle emekliye ayrıldım.
Şiir nedir?
Her ne kadar şiirin tanımı olmadığı söylene gelmişse de… Her yazılan şiir; şiir budur iddiasıyla yazıldığı için, kaç şiir yazılmışsa o kadar tanım vardır denebilir. Şiir, duygunun gönül aynamızdaki karşılığıdır. Onun içindir ki “şiir nedir?” sorusuna verilen cevapta, yapılan tarif kişiden kişiye değişmektedir. Bu değişkenliğin asıl sebebi de, iç âlemleri farklı olan insanlarda uyandırdığı hissiyatın farklılığı olsa gerektir. Şiir için “esrarlı bir ahenk ve mana sentezi” diyenlerin sözüne ilaveten, “şiir nesnenin görünür yanından bakarak, görünmez yanını sezme sanatıdır” diyebiliriz. Şiirde söylenenlerin hakikatte karşılığı olmalı; şairin hayal ederek yazdığı şiir, okuyucu tarafından yaşanır bulunmalıdır. Bulunmalıdır ki okunmaya değer görülsün. Şiir için “düzyazıya çevrilmesi mümkün olmayan söz” hakkı teslimin ifadesidir. “Şiir” başlıklı şiirimin bir kıtasında; “Şiir nedir sana göre derseniz/Darası düşülmüş hitaptır şiir/Şiir olur gökçe güzel görseniz/Usuldür, erkândır, adaptır şiir”diyorum. Şiir fazlalığı götürmez. Şiir çirkinliği taşımaz. Usul, erkân ve adabın dışına taşmamalıdır… Şiir; hakikatı önemsemek, sözde ahenk, gökkuşağında renktir. Şiir; tesettüre bürünmüş tılsımlı sözdür. Şiir yapaylıktan uzak, doğallığın ta kendisidir. Söz şiirde kâmil manasına ulaşır. Nesne görünürlüğünden sıyrılıp, metafizik boyutuna yelken açar. Manası derinleşen kelam kıymet kazanır. Midye inciye, karbon elmasa dönüşür. Bu kıymeti hak etmeyen sözün şiire girmeye de hakkı yoktur.
Netice itibariyle heykel taş sanatı, şiir söz sanatıdır. Heykeltıraş taştaki fazlalıkları, şairse sözdeki fazlalıkları atarak eserini ortaya çıkarır. Yani her kelime şiir ailesine mensup değildir. Şiir ailesine mensup olma şerefine nail olması için nezih ve nezaket bakımından hassasiyet süzgecinden geçenler ancak bunu başarabilir.
Şair nedir?
Şair mensubu bulunduğu kültür ve medeniyetin sözcüsüdür. Aynı zamanda şair söyleyecek sözü olan insandır. Kısaca şair söz sanatı olan şiirin mimarıdır. Şairin kültür olarak hangi kültüre ait olduğunu anlamak için söylediği sözün hangi kültürün temsilciliğine soyunduğuna bakmak kâfidir.
Benim de mensubu bulunduğum kültürün temsilcileri olan şairler her sözde bu hakikate aynadarlık yapmışlardır. Gerçeğin terazisinin iki kefesinden birisinin ‘hayat’ diğerinin ‘ölüm’ olduğu şuuru bizi biz yapan değerlerin oluşmasında önemli yer tutmuştur. Kim bu iki hakikatten birini ihmal ederse o cephede kaybeder. Bu gerçek; yaşadığım coğrafya da şiire ve şaire yön veren ana unsurdur. ‘Hayat ve ölüm’ ‘dünya ve ahret’ iç içe işlenmiştir. Dilimize dolanan ‘Aynıyla lisan, aynıyla insan’ sözü, kişi ne söylüyorsa odur hakikatine götürmüştür. Şairler dili en güzel şekliyle kullananlardır. Şair, şiirinin içerisine girmesine inandığı şeyleri içeride; dışarıda kalması gerektiğine inandığı şeyleri dışarıda tutar. Eskilerin ifadesiyle ‘ağyarını mani, efkârını cami’ en özlü sözdür. Şair, birşeyi şiirine konu edinmeden önce onu dert edinmelidir. Bu dert onu doğum sancısı gibi büklüm büklüm bükmeli ki ardından nur topu gibi bir şiir doğabilsin. Dert çekmeden kalıba konulan bir şiir, her ne kadar şiiri andırsa da mumya gibi ruhsuz olur. Başkaları perdeyi anlatırken, şair, perdenin arkasını dillendirir. Şairin sözlerindeki esrarın sırrı da asıl burada saklı olsa gerektir. Asırlarca padişahından paşasına, vezirinden kadısına… Şiiri her makamın üstünde gören bir döneme mührünü vurmuş şairane bir milletin şaheser bir medeniyet kurmasının sırrı da burada yatmasın sakın? “Kâh çıkarım gökyüzüne, seyrederim âlemi/Kâh inerim yeryüzüne, seyreder âlem beni” diyen Nesimî, gönül gözü ile temaşa ettiği âlemden indiğinde, âlemin kendini seyretmeye değer bulmasını mı kastediyor; yoksa, kendi dışındakiler tarafından divane bulunmasından mı bahsediyor tam bilemeyiz, ama, seyrettiklerinin kendine ne derecede zevk verdiğinin hazzını yaşadığını ifade ederken şiirde şerhe yer bırakmaması, dili kullanıştaki ustalığını göstermektedir. Şair, kullandığı kelimeleri özenle seçmeli; bulanıklığa sebep olacak herşeyden kaçınmalıdır. Şiir arı-duru ve anlaşılır olmalıdır. Şairler zaman ve mekana bağlı kalmazlar. Rakamlarla fazla işleri olmaz. Onlar ruh dünyasından derledikleri kelimeleri gönül gergefinde işleyerek, bulunanın değil, aranılanın peşinden akıp giderler. “Şair” başlıklı şiirimin bir kıtasında da; “Şair nedir sana göre derseniz/İnsanlar içinde insandır şair/Şiir olur ona her ne verseniz/Mermere estetik katandır şair” diyorum. Şair herşeyden önce insandır. Onun gönül tezgahından geçen herşey kıvraklaşarak kıvama gelir. Şair uyum avcısı, şiir de kainattaki mükemmelliktir. Şair bu mükemmelliğe yaklaşabildiği oranda başarılı sayılır.
Şiir yazmaya nasıl başladınız?
Kahramanmaraş ve ilçeleri, şair bakımından oldukça zengindir. Kahramanmaraş’ta üç kapıdan ikisinden şair çıkar derler. Elbistan içinde bir metrekaresine dört şair düşer denmesinin bu işin zenginliğine işaret etmesi bakımından manidardır. Bu coğrafyanın insanı ya şair ya da şiir severdir. Söyleyecekleri sözü şairce söylerler. Onların dilinde; hüzün, öfke, sevinç, aşk, sevda, doğum, ölüm, toy-düğün şiirdir. Kısacası hayatın olmazsa olmazıdır şiir. Bunlar aynı zamanda Türk şiirini de bulundukları yerden sıçratmışlar, merhale kazandırmışlardır. Maraşlı şairler Cumhuriyet dönemi Türk şiirinin olmazsa olmazlarıdır. Necip Fazıl Kısakürek, Erdem Beyazıt, Cahit Zarifoğlu, Nuri Pakdil, Abdurrahim Karakoç, Bahattin Karakoç, Ali Akbaş, Hayati Vasfi Taşyürek, Âdem Konan, Avni Doğan, Mustafa Türk, Durdu Mehmet Sağ (Ferahi), Ömer Lütfi Pişkin (Derdiçok), Ahmet Çıtak, Âşık Yener, Âşık Mahsuni Şerif, Kul Hamit gibi niceleri bir çırpıda ilk aklıma gelenlerdir. Bu isimlerin yaşadığı coğrafya da dünyaya gelen her bebeğin kundağı manilerle, türkülerle, şiirlerle sarılıp açılır. Bu çocuklar büyünce şair olmasın da ne olsun? Ben de bu çocukluk devresini böyle yaşadım. Annem, babama yazdığı şiirleri hikâyeleriyle birlikte anlatıp, kendine has bir makam tutturarak: “İreyhanı top bağlarım/Ben de durmayıp ağlarım/Elime yakmam kınayı/Yârsiz bayramı neylerim./İreyhan de koyu mordur/Ayrılık da gayet zordur/Genç ikene koca oldum/Beni de düşüren yardır” derken; anneannem de o günün şartlarında Maraş’a yaya olarak çalışmaya giden dedem için: “Şimdiye vardılar hana/Çantayı koydular yana/Ya ben kurban olmayın mı?/Kuru yerde yatan cana/Ne anam var ne de bacım/Onun için keskin acım/Kuru yerlerde yatıyor/Kara gözlü nazlı Haci’m” kıtalarının da içinde geçtiği yedi sekiz kıtadan oluşan şiirini gâh mırıldanır gâh da coşa gelerek söylerdi.
Yani benim büyüdüğüm ailede şiir konuşulmaz, şiir söylenirdi, bizde hal şiirleşirdi. Aklım yetince ben de onlar gibi şiir söylemeye başladım. Buna örnek olarak kendimi gösterebilirim. Rahmetli şair Hayati Vasfi Taşyürek’in matbaasında mürettip olarak çalışmam ile rahmetli şairler Adem Kılınç ve Hafız Ataç’ın şiiri ve yazmayı sevmemde katkıları çoktur. Evet, ‘Kurt ulusundan gördüğünü işlermiş’ biz böyle gördük, böyle öğrendik. Vesselam…
Şiirleriniz nerelerde yayımlandı ve aldığınız ödüller var mı?
Katıldığı şiir yarışmalarında çeşitli ödüller almıştır: 1. 2003 yılında Necip Fazıl Kültür Vakfı’nın “Kutlu Doğum Haftası” münasebetiyle açmış olduğu şiir yarışmasında “Mukaddime” isimli şiiriyle birincilik; 2. 2005 yılında Afşin’de yapılan bir şiir yarışmasında “Müslüman bir çocuğum” isimli şiiriyle birincilik; 3. 2006 yılında Elbistan Milli Eğitim Müdürlüğü’nün açmış olduğu “Elbistan” konulu şiir yarışmasında “Destan Elbistan” isimli şiiriyle ikincilik; 4. 2010’da Afşin belediyesinin ülke genelinde yapmış olduğu “Eshab-ı Kehf” konulu şiir yarışmasında “Yedi uyur-Yedi nur” şiiri ile üçüncülük. 2012 de KSÜ.Kahramanmaraş ve Yöresi Kültür Değerlerini Araştırma ve Uygulama Merkezi başkanlığı tarafından, Âşıklar Şölenine Yaptıkları Katkılardan” dolayı teşekkür plaketi verildi.
T.C. Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın Araştırma ve Eğitim Genel Müdürlüğü’nce “Somut Olmayan Kültürel Miras Taşıyıcılarının Tespiti ve Kayıt İşlemleri Yönergesi” kapsamında yapılan değerlendirmede Araştırma ve Eğitim Genel Müdürlüğü Halk Kültürü Bilgi ve Belge Merkezinde Kayıtlı bulunan El Sanatları Ustaları, Mahalli Sanatçılar, Aşıklar-Halk Ozanları Listesi Arşiv Yer No: YB2011.0211, Mahlası: Gözükara, “Kalem Halk Şairi” olarak tescil edilerek kimlik verildi.
Şairin yayımlanmış eserleri şunlardır: “Söz Alev Aldı, Söz Beledim Beşiğe, Boyun Büktüm Güle Doğru, Namluya Şiir Sürdüler Atışma, Seyr-ü Sefer, Elbistan Ağıtları (Ömer Hakan Özalp ile müşterek), Söz Kuşandı Şairler Kılıçtan Keskin-Atışmalar- (Bir Grup Şairle Müşterek), Çark-ı Devran, Söz Açarı (Atışma/şiir Tayyib Atmaca’yla müşterek)
TÜRKÜLERİMİZ (1)
Ninni söyleyerek bebek beleyen
Dillere dökülür türkülerimiz
Kalbur alıp öllüğünü eleyen
Ellere dökülür türkülerimiz
Dem-be-demdir kültürünün harcıyla
Yiğit olan kamçılanır borcuyla
Gün ışırken yola düşen yolcuyla
Yollara dökülür türkülerimiz
Âşık olan durur sevda akdinde
Böyle olmasını emreder din de
Bülbül avazında seher vaktinde
Güllere dökülür türkülerimiz
Tarlada diz boyu olunca göcek
Halaya dizilir börtü ve böcek
Meyveye dönerken açılan çiçek
Dallara dökülür türkülerimiz
Nam alıp şan veren her yiğit destan
Gelse bayram olur bir selam dosttan
Lele çoban ile coşar Elbistan
İllere dökülür türkülerimiz
Gönül kuş misali bir dala konar
Zamana direnir asırlık çınar
Gama garkolunca bulanan pınar
Sellere dökülür türkülerimiz
Bu dünyanın baki kalmaz sarayı
Hekim türkülerle bağlar yarayı
Azrail sorarsa Gözükara’yı
Sallara dökülür türkülerimiz
AY IŞIĞI
Kanadı kırık turnanın
Haberini kimler taşır
Suyu kesilmiş kurnanın
Akıl almaz yürek taşır
Kanadı kırık turnanın
Çile kaynar ocağında
Yiğit yorgun yiğit naçar
Çatlar yazın sıcağında
Yaraları çiçek açar
Çile kaynar ocağında
Çekerim dost kaygısını
Dağ aşar derdi aşamam
Seven dilden dile düşer
Benlik putunu taşımam
Çekerim dost kaygısını
Karanlığın kucağında
Bir ay doğar ışıl ışıl
Hızır bekler ocağında
Korku büyük ümit tıfıl
Karanlığın kucağında
Sular söyler şarkısını
Taştan taşa düşer gider
Kaybetmez ışık hızını
Şavkı vurur aşar gider
Sular söyler şarkısını
Kanadı kırık turnanın
Çile kaynar ocağında
Çekerim dost kaygısını
Karanlığın kucağında
Sular söyler şarkısını