Bize kendinizi tanıtır mısınız? Mehmet Göçer kimdir?
1931 Darende’nin Yenice Köyü Aşağı Mahallesinde, Kürtüğünoğlu (Kar kürtüğü) namı ile anılan Süleyman-Semane (Dilekçi) Göçer çiftinden dünyaya geldim. İlkokulu bitirmeden ekmek peşinde gurbete çıkmak zorunda kaldım. İş hayatında ilk besmeleyi, babamın yanında o zamanlar hemen her eski Darendeli gibi çerçilikle çektim. 1957 yılında Elbistan’a gelerek ilk matbaayı kurup ilk gazeteyi çıkardım. 50 yıldan beri gazetecilik mesleğini sürdürmekteyim. Un Sandığı 1,2,3,4,5 ve altı adet kitabım bulunmaktadır.
Gazetecilik ve matbaacılığa nasıl başladınız?
23.08.1957’de, matbaa hayatına başladım. O yıllarda Kahramanmaraş’ta gazeteci Ali Ağzıkara yönetiminde Engizek adında bir gazete yayımlanırdı. Şiirlerimi 1948-1951 yılları arası bu gazete yayımlıyordu. İşte bu sırada Ali Ağzıkara Bey “Senin şiirlerini dikkatle okuyorum. Üslup ve işlediğiniz kültür takdire şayan. ‘Sen bir gazete çıkartacak güç ve fikre sahipsin. Ben burada basarım, sen Darende’de yayınlarsın” diyerek gazetecilik konusunu kafama sokan ve her türlü teşviki yapmaya çalışan insandır. Kabul ettim. Araştırma yaptım. Darende’yi uygun bulmadım. Bu işin Elbistan’da daha iyi yürüyeceğine karar verdim. İstanbul’a gittim. Cağaloğlu yokuşunda matbaa malzemesi satan Abbas Uzman’dan prova tezgâhı ile hurufat ve diğer malzemeleriyle birlikte bin dört yüz liraya satın aldım. Ancak bin lirasını peşin ödedim. 400 lirasını Elbistan Ziraat Bankasına ödemeli gönderilmesini sağladım. Makine ve malzemeler bir hafta sonra Elbistan’a geldi. Teslim alabilmem için Ziraat Bankası’ndaki Abbas Uzman’ın hesabına, kalan 400 liranın yatırıldığına dair belge ibraz etmem gerekmekteydi. Aksi halde makineleri alamayacaktım. O zamanlar para çok kıymetli. Bende bir telaş başladı. O günün Belediye Bşk. Sayın Hacı Ahmet Özsoy’u ziyaret edip, durumu arz ve 400 lira ödünç para vermesini arz ettim. O da, sağ olsun derhal bu parayı verdi ve Ziraat Bankası’ndan makineyi ve edevatlarını teslim aldım. Makineyi aldım ama işin garibi dilinden hiç mi hiç anlamıyorum. Çalıştırmak şöyle dursun kurmayı bile beceremedik. Maraş’a gittim. Beni ilk teşvik eden Ali Ağzıkara’yı buldum, derdimi anlattım. O da Muhittin adında bir ustayı görevlendirip birlikte Elbistan’a gelmesini ve gerektiği kadar kalmasını tembih etti. İşin daha da garibi, zaten az olan param suyunu çekmiş ve değil Muhittin Ustayı getirecek, kendimin bile Elbistan’a dönecek parası kalmamıştı. Mecburen borç para bulmam gerekiyordu. Bir ara söz sırasında hayırsever olduğunu duyduğum çeltik ağası Ziya Kadıoğlu’na gittim, durumumu arz ettim. O da zaten hayırsever bir şahsiyet olduğu için, “Bu teşebbüs bir kültür hizmetidir” deyip, çıkarıp yüz lira verdi.
Matbaayı kuracak yer ararken, o zamanlar Elbistan’da Tekke Köprüsü’nün hemen yanı başında kendi evinin alt katında gazete bayiliği yapan Ümmet İnanç (ki, bugün de aynı yerde ekmeğini kazanmaya çalışmaktadır) yardımcı olabileceğini söyledi. Ve kendi işyerinin yanındaki uygun yeri bana cüzi bir kira karşılığı tahsis etti. Makineyi getirerek buraya kurduk. Ümmet İnanç’ın bu iyiliğine karşı şükran duygularımı ifade etmek isterim.
Peki, yayın hayatına nasıl başladınız?
Yayın hayatına başlayacak her gazete gibi bizim gazetenin de künyesinde kanunen gerekli olan bir sahibi, bir de sorumlu müdür bulunması gerekli idi. Gidip merhum Avukat Hulûsî Fırat’a durumu anlattım. O da; “Sen bir kültür hizmeti başlatacaksın. İşte diplomamın sureti, bir ücret de istemiyorum” dedi. Gazetenin başköşesinde “Sahibi: Mehmet Göçer, Yazı İşleri Müdürü: Avukat Hulusi Fırat.” yer aldı. O zamanın Elbistan Kaymakamı Mehmet ÖNAL Bey bir açılış töreni tertip edilmesini istedi. Hem birçok davetlinin katılımında ve hem de açılışın gerçekleşmesinde bir hayli ilgi gösterdi. Elbistan’ın ilk gazetesi; “Elbistan Postası” adıyla 23.08.1957 tarihinde yayınlandı. Ebadı 41×28 cm idi.
Gazetemiz Elbistan Postası, günlük olarak yirmi gün çıktıktan sonra Maraş’tan gelen Muhittin Usta “Ben burada çalışamayacağım” deyip gitti. Bu arada kardeşim Hüseyin Göçer de bu işe katılmış, bana yardım etmeye çalışıyordu. Usta gittikten sonra, kardeşim bana; “Abi, ben Muhittin Usta çalışırken izledim ve zannediyorum yeteri kadar da öğrendim…” dedi. Çaresiz, ben de kardeşim Hüseyin’e güvenip dizgi işlerini ona bıraktım. İşi gayet güzel yapmaya başladı. Günlük gazete çıkartmak işi gerçekten zordur. Şimdikiler gibi modern araçlarla bile zorlanılırken; o zamanlar, harf harf elle dizilen ve hemen her işi elle yapılan aletlerle günlük gazete çıkartmak akıllara ziyandır.
Bu arada; Muhittin Usta’dan sonra iki hafta kadar günlük olarak Elbistan Postası’nın çıkmasında dizgiciliği ustalıkla yürüten kardeşim Hüseyin Göçer de, memleket hasretine dayanamadı, işi bırakıp Darende’ye döndü.
İşin başa düştüğünü anladım. Öğrendiklerimi uygulamaya başladım. Bu arada dilekçe vererek gazeteyi haftada iki gün çıkarmayı hedefledim. Gücüm ancak buna yetecekti. Nitekim öyle oldu. Gazetenin hem muhabiri, hem muharriri, hem mürettibi, hem musahhihi, hem patronu, hem de satıcısı (dağıtıcısı) oldum. Ekmeğin peşine bu sefer de böyle düştüm.
27 Mayıs 1960 ihtilal yönetimi kanunlara uyulması bakımından işi çok sıkı tutmaktaydı. Benim ilkokul mezunu olmam gerekmekteydi. Hemen başvurdum. Gazipaşa İlkokulu’nda hariçten girdiğim imtihanı kazanarak ilkokul diplomasını aldım. Böylece gazete sahipliğim sekteye uğramadı. Fakat uzun yıllardır faal olan gazetemiz için istenilen birçok evrakı sağlayamayacağımı düşündüğümden, Elbistan Postası adıyla yayınlanan gazetemizi 30 Temmuz 1960 tarihinde kapattık, ertesi gün Elbistan’ın Sesi’ni yayına geçirdik. Aynı yıl, Mersin’den 80 yıllık pedallı bir matbaa makinesi satın alıp getirerek hizmete geçmesini sağladık. Ancak yeniliklerimiz bununla kalmadı. Yetmişlere kadar bu pedallı makine ile çalıştıktan sonra, İstanbul’a giderek eski bir Amerikan yapısı Entertip dizgi makinesini kardeşim Veli Göçer’in aracılığı ile aldık. Oradan Yugoslav uyruklu Mefaül adında bir operatör getirerek kendi mülkümüz olan ve uzun yıllar matbaa hizmetini yürüttüğümüz Lise Caddesi No: 29’daki toprak binanın bitişiğinde, burası D. Hastanesi iken garaj olarak kullanılan yerin üzerini kapatıp, bu yere kurduk. Daha sonra bu toprak binayı da terk edip, yıktırdıktan sonra, kardeşim Hüseyin Göçer ile yarıya taksim edip, üç katlı bina yaptık.
Elbistan’ın Sesi ne zamana kadar devam etti?
2005 yılına kadar haftada bir ya da iki gün yayınlanarak hayatını sürdürdü. 2009 yılında günlük olarak yayın hayatına yeniden başladı. Çok sevdiğim Elbistan’a ve Elbistanlı kardeşlerime daha geniş hizmet vermek için, 2002 Kasım ayında bir kardeş kazandırmaya karar vererek, dediğiniz gibi HABER ELBİSTAN adında bir başka günlük gazeteyi de yayın hayatına sunmuş olduk.
Gazetecilik hayatınız ne zamana kadar devam etti?
Bu hayat 2000 yılına kadar devam etti. Yükün ağırlık ve sorumluluğunu oğullarım Himmet, Mustafa, Ahmet ve Süleyman Akif Göçer’e devredip, kendimi Un Sandığı adını verdiğim kitap serisini yazmaya adadım.
Un Sandığı adlı kitabınızdan bahseder misiniz?
Dedim ya, gazete ve matbaa işini çocuklara devrettim, yine de kendimi o mürekkep kokusundan ayıramıyorum. Matbaada kendime bir oda tahsis ettirerek, burada kitap çalışmalarıma başladım. Bu güne kadar “Un Sandığı” adıyla; 1,2,3,4,5 ve 6. kitabım çıktı. Bu kitaplarımda; Elbistan, Afşin, Darende, Şanlıurfa, Malatya, Kahramanmaraş ağırlıklı olmak üzere; yöre insanının yaşantısını anlatan ilginç olayları, hatıraları, kültürel renklere yer verdim ve yer vermekteyim.
Gazeteci “çerçiye benzer aldığını satar.” Bende yıllardan beri almış olduklarımı ‘Un Sandığı’ ile satmaya çalışıyorum.
Biraz şairliğinizden de bahseder misiniz?
Kahramanmaraş’ta gazeteci Ali Ağzıkara yönetiminde Engizek adında bir gazete yayımlanırdı. Şiirlerimi 1948-1951 yılları arası bu gazete yayımlıyordu. Benimle birlikte şiirleri yayımlanan şairler: Durdu Yoksul, Ahmet Çıtak, Hayati Vasfi Taşyürek, Kamil Bozkurt, Adanalı Sadık Çavuş, Kul Hamit. Bunlarla ara sıra atışmalarımız da olurdu. Ayrıca; çerçilik yaparken, şiir yazıp destan da yazmaya başlamıştım.
Demek destan da yazdınız?
Evet. Yazdığım şiiri, yani destanı matbaada sığdığı kadar bir kâğıda bastırıp, gezindiğim yerlerde, bilhassa pazaryerlerinde satmaya çalışırdım. Destan, 50 ve 65’li yıllar arası halkın sanki bir iletişim, bir haberleşme aracıydı. İlk yazdığım destanın adı “Zaman Yolu” idi. Esas ilk destanımı, 1949 yılında, Sivas’taki Ulu Camii’nin onarımına katkıda bulunmak maksadıyla yazmıştım.
ULU CAMİÎ DESTANI…
“Yetim gibi boynun bükmüş Sivas’ta
Vatandaş yardım et; Ulu Cami’ye!
Temsili; kimsesiz bir mağdur hasta,
Vatandaş yardım et; Ulu Cami’ye”
Merhameti olan vazgeçmez bundan,
Minaresi tamir ister bir yandan,
“Ben hayırseverim” diyorsan candan,
Vatandaş yardım et; Ulu Cami’ye!
Sizden himmet ister, nusratı Hakk ‘tan,
Perişan hali var, farkı yok; şoktan,
Çürümüş ağacı mahvolmuş kökten;
Vatandaş yardım et; Ulu Cami’ye!
Duvarını yağmur yağdıkça bölmüş,
Dökülmüş sıvası, taşları kalmış,
Kapısını ağaç kurtları delmiş;
Vatandaş yardım et; Ulu Cami’ye!
Bak Hıristiyan’a yolundan kalmaz.
Kilisesin tamir etmekten yılmaz,
Kuru dava ile Mü’minlik olmaz;
Vatandaş yardım et; Ulu Cami’ye!
Hamiyet perversen elden önce ver,
Pangonut, lirayı hesabınca ver,
Çok vermezsen az ver, kudretince ver;
Vatandaş yardım et; Ulu Cami’ye!
Altın ömrün bir gün geçmez pul olur,
Hep kazancın varislere mal olur,
Ata sözü; “Damla damla göl olur”
Vatandaş yardım et, Ulu Cami’ye.
Dünyaya gelip de gördün mü? Göçmez,
Ecel şerbetini bir Mevlâ içmez,
Böyle efdal sevap eline geçmez;
Vatandaş yardım et; Ulu Cami’ye!
Bu caminin hali ciğer yakıyor,
“Tâmir!”diye melül melül bakıyor,
Gayrimüslim görse “Yazık!” çekiyor;
Vatandaş yardım et; Ulu Cami’ye!
Karamsarlıkları gönlünden kaldır,
Düşün bu dünyanın sonu ne haldir?
Böyle yere bir ver binden efdaldır;
Vatandaş yardım et; Ulu Cami’ye!
Hayır, işe asla yolun gitmez mi?
Yoksa Kadir Mevlâm nasip etmez mi?
Canım bir liraya gücün yetmez mi?
Vatandaş yardım et; Ulu Cami’ye!
Göçer der; Mü’minsek yansın özümüz,
Bunun için türap edek yüzümüz,
Allah’ı seversen kırma nazımız;
Vatandaş yardım et Ulu Camiye!
Gençlere neler tavsiye edersiniz?
Bazı yıllar eşek sırtında, bazı yıllar da yaya omzuma asarak düz-bayır, dağ, dere, tepe demeden gezip dolaşarak satmaya çalışırdık. Kazanacağımız üç beş kuruş için ıssız yollarda kâh dondurucu soğukta, kâh yakıcı sıcakta yolculuk etmek oldukça zor idi. Ama bu zoru da yenmek zorundaydım. Nitekim de Allah’a şükür yendik ve bu günlere geldik. Bu hayatım, tüm gençlerimize şema olmasını ve hayatları ile kıyaslamalarını ve de örnek almalarını önemle hatırlatmak isterim. Biz buralara tırnağımızla kazıyarak geldik.
Sevgili gençlerimize ve insanlarımıza kısa bir öğüt vermek isterim: “Az yiyiniz, az uyuyunuz, az konuşunuz. Erken yatınız, erken kalkınız. Dinç olmak istiyorsanız üzerinize güneş doğmasın. Bu zaten Hadis buyruğudur. Göründüğünüz gibi olun, olduğunuz gibi görününüz. Sakın yalan söylemeyiniz. Çünkü yalan şeytanın sermayesidir. Söz namustur; verdiğiniz sözden dönmeyiniz. Cemaatte dinlemeyi tercih ediniz. Sorulana cevap veriniz. Biri konuşurken sözünü kesmeyiniz. Sağlığınızı önemli ölçüde olumsuz etkilediği bilimsel olarak yani tıbben belgelenen sigarayı içmeyiniz. Terk etmenin çaresine gelince; her ay paketten bir adet eksiltiniz. Sona geldiğinde vücut artık istemeyecek, günde iki paket içiyorsanız 40 ay sonra sigara senden, sen de sigaradan ikrah ederek ayrılacaksınız. Denemesi bedava… Hele içki ve hele tüm uyuşturucu maddelerin insan sağlığını son derece olumsuz etkisi… Zararı tartışılmaz. Çevrenize bir bakınız, araştırınız, bu uğurda olanların bu dünyası da harap, ebedi âlem öteki dünyası da haraptır. Çünkü dinimizde bunlar büyük günah… Ayrıca; İslam dininin buyruğu ve de özet anayasası olan İslâm’ın beş şartını yerine getiriniz, bu vecibeleri yerine getirenlerle arkadaş olunuz, çünkü insan arkadaşı ile ölçülür. Bu hususa çok dikkat ediniz. Kâbe yıkmak kadar günah olan insan kalbi kırmayınız. İstemeyerek kırmışsanız derhal özür dileyip o kişi ile barışınız. Çünkü “Üç günden fazla küs durmak dinimizde haram” Hadis buyruğudur. Yine ayrıca; şehveti tahrik edici ve de ahlâk bozucu, vur-kaç ve hırsızlık öğretici filmleri kesinlikle izlemeyiniz. Bilhassa çok kitap okuyunuz. Dersinize çok çalışınız. Üç kazanınız, bir harcayınız. İsraftan kaçınınız. Anne ve babanızı incitmeyip, onların duasını almaya özen gösteriniz. Hocalarınıza, yani öğretmenlerinize itaatte, yani saygıda kusur etmeyiniz. Verdikleri dersleri zamanında yapınız ki yüksek not alasınız. Yine ayrıca; kimseyi hor görmeyiniz. Allah’ın yanında o kişi senden daha makbul olabilir. İnsanları çok sevip ve çok sayınız. Öyle ki; Yunus Emre’nin; “Yaratılanı severim, yaratandan ötürü” vecizesi düsturunuz, şemanız olsun. Vermeye çalıştığım öğütlerimin kaynağı benim değil, Dinimizin emri, Hadis-i Şerif buyrukları çerçevesindendir. Şunu açıktan ifade ederim ki; bu öğütlerden faydalanan her çocuğun, her gencin ve her kesimin; hem bu dünyası, hem de ebedi âlem öteki dünyası mamûr ve müreffeh olacaktır. Bundan şüpheniz olmasın; Sevgili çocuklar, Sevgili Gençler, Sevgili arkadaşlar ve de tüm insanlar…”
Okumayı seviyorsunuz, insanımıza ne önerirsiniz okuma hakkında?
Başucumda birkaç tane kitap bulunur. İnsanlara kitap okumalarını öneriyorum. Okuyan insanın hafızası daha iyi çalışır. Kitap okumaya küçük yaşta başlanmalıdır. Onun için çocuklarımıza kitap sevgisini aşılamalıyız. Gelişmiş ülkelerdeki kitap okumayla ülkemizdeki kitap okuma oranlarında uçurumlar var. Okumak gelişmeyi de birlikte getirir.
Okumadan yazılmaz diyorsunuz?
Kesinlikle. Yazmak müthiş bir şey, bilgili olmadan yazamazsın, okumadan da bilgili olamazsın ve yazamazsın.